Gümrük Vergilerinden Stratejik Kırılganlığa

Satınalma Yöneticisinin Trump Dönemi Okuması

2/12/20253 min oku

A golden trump head stands before stacks of money.
A golden trump head stands before stacks of money.

Donald Trump döneminde ABD’nin uygulamaya koyduğu ek gümrük vergileri ve korumacı ticaret politikaları, çoğu zaman politik bir refleks olarak yorumlandı. Oysa sahada, yani satınalma ve tedarik zinciri yönetimi tarafında bu kararlar; maliyet, süreklilik, risk ve stratejik esneklik başlıklarını aynı anda etkileyen çok katmanlı sonuçlar doğurdu. Bu dönemi bir satınalma ve tedarik zinciri yöneticisinin gözünden değerlendirdiğimizde, ortaya çıkan tablo yalnızca “artan vergiler” değil, küresel tedarik zincirinin kırılganlığının açıkça görünür hale gelmesi oldu.

Trump yönetiminin özellikle Çin menşeli ürünlere yönelik uyguladığı ilave vergiler, doğrudan hammadde ve yarı mamul maliyetlerini yukarı çekti. Ancak asıl kritik etki, fiyat artışından çok daha derindi. Uzun yıllar boyunca “en düşük maliyetli tedarik” anlayışıyla optimize edilmiş küresel tedarik zincirleri, bir anda politik kararların hedefi haline geldi. Bu da satınalma fonksiyonunun klasik rolünü sorgulatan bir dönemi başlattı.

Bir satınalma yöneticisi için bu süreçte ilk kırılma noktası, öngörülebilirliğin kaybolması oldu. Daha önce 12–24 ay vadeli sözleşmelerle güvence altına alınan fiyatlar, birkaç ay içinde geçerliliğini yitirdi. Tedarikçiler, “vergi hariç fiyat” kavramını masaya koymaya başladı. Risk, sözleşmenin bir dipnotu olmaktan çıkıp, ana maddesi haline geldi. Bu noktada satınalma, yalnızca pazarlık yapan değil; hukuki, finansal ve ticari riskleri yöneten bir fonksiyona evrildi.

İkinci büyük etki, alternatif kaynak arayışının zorunluluk haline gelmesiydi. Çin’den tedarik edilen birçok ürün için Güneydoğu Asya, Doğu Avrupa veya Meksika gibi bölgeler gündeme geldi. Ancak bu geçişler, kâğıt üzerinde kolay görünse de sahada ciddi operasyonel bedeller doğurdu. Yeni tedarikçilerin kalite seviyeleri, teslim süreleri, üretim kapasiteleri ve finansal dayanıklılıkları yeniden test edilmek zorunda kaldı. Bu da şunu net biçimde gösterdi: Tedarikçi çeşitlendirme stratejisi, kriz anında başlatılacak bir aksiyon değil; kriz öncesinde yapılması gereken bir yatırımdır.

Trump dönemi ticaret politikaları, satınalma ve tedarik zinciri ekiplerine “toplam maliyet” kavramını yeniden tanımlattı. Bir ürünün birim fiyatı artık tek başına anlamlı değildi. Vergi riski, kur dalgalanması, teslimat süresi uzaması, stok artışı ihtiyacı ve hatta itibar riski bile toplam maliyet hesabının bir parçası haline geldi. Ucuz görünen bir tedarik, zincirin herhangi bir noktasında pahalıya mal olabiliyordu.

Bu süreçte üst yönetim beklentileri de değişti. Satınalma yöneticilerinden artık yalnızca tasarruf değil, senaryo bazlı öngörü, jeopolitik farkındalık ve stratejik öneriler beklenmeye başlandı. “Eğer bu vergi artarsa ne olur?”, “Bu tedarikçi devre dışı kalırsa kaç ay dayanırız?” gibi sorular, satınalma masasında rutin hale geldi. Böylece tedarik zinciri yönetimi, operasyonel bir destek fonksiyonu olmaktan çıkıp, şirketin risk yönetimi ve rekabet stratejisinin merkezine yerleşti.

Trump’ın vergi uygulamaları aynı zamanda önemli bir ders bıraktı: Küreselleşme tek yönlü bir garanti değildir. Politik iklim, ticaret akışlarını bir gecede değiştirebilir. Bu gerçek, tedarik zincirlerinde “dayanıklılık” kavramını maliyet optimizasyonunun önüne taşıdı. Artık en iyi tedarik zinciri, her zaman en ucuz olan değil; şoklara karşı ayakta kalabilen zincirdir.

Sonuç olarak Trump dönemi, satınalma ve tedarik zinciri yöneticileri için zorlu ama öğretici bir dönem oldu. Bu süreç bize şunu net biçimde gösterdi: Satınalma, yalnızca fiyat indiren bir fonksiyon değil; şirketin geleceğini koruyan stratejik bir akıldır. Gümrük vergileri gelip geçebilir, politikalar değişebilir. Ancak bu dönemde kazanılan farkındalık kalıcıdır: Güçlü bir tedarik zinciri, şirketlerin görünmeyen sigortasıdır.